Tüketiciler, ‘palm yağı içermez’ ibareli ürünleri tercih ediyor!
Palm yağı genellikle orman açma faaliyetleriyle ilişkilendirilen bir ürün. Almanya’da yapılan bir araştırmada, tüketicilerin palm yağına yönelik tutum ve algıları incelendi.
Çalışmada, tüketicilerin “sürdürülebilir bir biçimde üretildi” ifadesine kıyasla, “palm yağı içermez” ifadesinin bulunduğu ürünleri tercih ettiği belirlendi.
Almanya’nın Göttingen Üniversitesi’nden araştırmacılar tarafından yürütülen ve kamu araştırma kuruluşu Deutsche Forschungsgemeinschaft tarafından finanse edilen bir çalışmada, tüketicilerin palm yağına yönelik tutumları ve palm yağının sürdürülebilirliğinin bu tutumları nasıl etkilediği incelendi.
Palm yağının çevre üzerindeki etkileri
Bitkisel yağların arazi üzerindeki etkisini tam olarak değerlendirmek zor. Artan arazi kullanımının doğrudan etkisi açık olsa da dolaylı etkilerin hesaplanması daha zor olabilir.
Bu durum özellikle gıda ürünlerinin başka tarımsal uygulamalarla yer değiştirmesi ve yer değiştiren gıda üretiminin çevresel etkisinin başka bir yere gitmesi durumunda ortaya çıkar. Bu olgu, dolaylı arazi kullanım değişikliği (ILUC) olarak bilinir.
Palm yağının araziler üzerinde kanıtlanmış olumsuz bir etkisi vardır. Örneğin, ekili alanların sadece %10’unu kaplamasına rağmen, üretimi dört temel yağ bitkisinden kaynaklanan biyoçeşitlilik kaybının %37’sinden palm yağı sorumludur (diğer üçü kolza tohumu, soya fasulyesi ve ayçiçeği yağıdır).
Bununla birlikte, düşük ILUC potansiyeli ile üretilmesi mümkündür. Örneğin yeni araştırma, bozulmuş otlakları bu amaçla öneriyor.
Çalışma, daha sürdürülebilir, düşük ILUC’li palm yağı yetiştiriciliğine böyle bir geçişin, palm yağı endüstrisinin en kötü aşırılıklarının çevreye verdiği zarar olmadan pazar talebini karşılayabileceğini da öne sürüyor.
Çalışma aynı zamanda diğer yağların olumsuz etkilerine de dikkat çekiyor. Kolza tohumu ve ayçiçeği yağının biyoçeşitlilik kaybı üzerindeki etkisi daha düşük olsa da (kolza tohumu için %9 ve ayçiçeği yağı için %4), bunların verimipalm yağınınkinden önemli ölçüde daha düşük.
Örnek verilecek olursa, ikinci en verimli bitkisel yağ olan soya fasulyesi yağında aynı düzeyde verim elde etmek için altı kat daha fazla arazi gerekir. Madalyonun diğer yüzünde, daha seyrek üretilen hindistan cevizi yağı, üretilen her milyon ton için 18.33 türü tehdit ederken, palm yağı için bu sayı 3.79’dur.
Kamuoyu palm yağına nasıl bakıyor?
Çalışma, palm yağının sürdürülebilirliğinin karmaşıklığına rağmen, genel kamuoyunun bu ürüne karşı adeta “düşmanca” bir bakış açısına sahip olma eğiliminde olduğunu öne sürüyor.
Bu durum, sertifikalı sürdürülebilir palm yağının (CSPO) Dünya Vahşi Yaşam Fonu, Londra Zooloji Derneği ve Uluslararası Doğa Koruma Birliği gibi kuruluşlar tarafından teşvik edilmesine ve onaylanmasına rağmen söz konusu.
Ayrıca, palm yağı için en önemli palm yağı sertifikasyon kuruluşu olan Sürdürülebilir Palm Yağı Yuvarlak Masası (RSPO) hakkında tüketici bilgisi zayıftır. RSPO’ya göre, CSPO küresel palm yağı üretiminin %20’sini temsil ediyor.
1220 katılımcıyla gerçekleştirilen anket çalışması, Alman tüketicilerin palm yağını hala çevresel yıkımla ilişkilendirdiğini ortaya koydu. En popüler çağrışımlardan bazıları ‘yağmur ormanlarının yok edilmesi’ (katılımcıların %19,4’ü) ve ‘çevreye zarar verme’ (%9) olarak belirlendi.
Birçok kişi palm yağını kötü çalışma koşulları, insanların göçe zorlanması ve sağlıksızlıkla da ilişkilendirdi. AB’ye ithal edilen palm yağının %45’i biyoyakıt amacıyla kullanılmasına rağmen, çoğu tüketici bu kullanım amacını göz ardı ediyor.
Tüketici yanılgıları
Çalışmada, palm yağına karşı yürütülen ciddi kampanyaların tüketicileri bu ürüne karşı olumsuz etkilediği öne sürülüyor.
Olumsuz yayınların ne kadar yanıltıcı olabileceğini ortaya koyan çalışma, birçok tüketicinin Brezilya’yı gerçekte olduğundan çok daha büyük bir palm yağı üreticisi olarak algıladığını aktardı. Yine çalışmaya göre bunun en muhtemel sebebi, Brezilya’nın dünyanın en büyük soya fasulyesi üreticisi olması ve geçmişte ormansızlaşma ile ilişkilendirilmesi.
Çalışma, bilginin tüketiciler arasında yerleşik algıları kırmak için tek başına yeterli olmadığı sonucuna da vardı.